YOL

Yılardan beri biliyoruz oysa “yaşam bir varış noktası değil, bir yolculuktur”. Akışta kalmamız gereken, varlığımızın yeryüzüne gelişini her daim kutlayacağımız, milyonlarca seçeneğin içinden deneyimlediklerimiz ile kendimizi gerçekleştirebileceğimiz bir yolculuk. Hal böyle iken omuzlarımıza taktığımız bir sürü etiket ve olmalılar ile o güzel yolculuktan bizi alıkoyan şeylerin canımızı yaktığını fark etmeden ayağımız çamura bata çıka, yalpalayarak devam etmeye çalışıyoruz. Nefs dediğimiz şeye hakim olamadığımız deneyimlerin sonunda kazanan kim oluyor? Kendimizi bulabiliyor muyuz yoksa o karanlığın içinde kaybolup hep aynı yerden kendimizi aramaya devam mı ediyoruz? Samimiyeti, sevgiyi, adaleti, iyiliği yani gerçek olan duyguları hissettikten sonra unutup bir tuzağa mı düşüyoruz? Sahiden bu kadar zor mu bilinci ve zihnin kontrolünü elimize alabilmek.

Neden ve nasıl sorularını kendimize sorduğumuz, olan bitene her zaman bir hikaye uydurduğumuz, gerçek olandan uzaklaşıp bir bahane bulduğumuz, kendi illüzyonlarımızdan kurtulamadığımız ve sadece kendimize hizmet ettiğimiz sürece bu yolculukta olup bitenleri fark edemeyeceğiz. Çünkü bunların hepsi bizim özümüze ait olmayan tuzaklar. Toplumun, kültürün, dinlerin, ailelerin ve daha bir çoğunun bize kurduğu tuzaklar. Bizler, bu yolculukta tuzaklara düşmekte o kadar başarılıyız ki ruhumuzun en derinliklerinde ne olacağını bilmemize rağmen yaralar alarak yola devam etmeye çalışıyoruz.

Oysa tuzaklara düşmediğimiz yolculuk o kadar mucizevi ki güneş her sabah doğmaya devam ediyor insanın direnişlerine inatla, kuşlar özgürce uçmaya devam ediyor insanın tüm esaretine inatla; doğa her mevsim tam zamanında renklerine bürünüyor insanın kendini kandırmasına inatla; hayvanlar her daim sevgilerini hissettiriyor insanın tüm sevgisizliğine inatla; deniz her daim gel git hareketine devam ediyor insanın tüm dengesizliğine inatla; çiçek her daim değerini bilerek açmaya devam ediyor insanın kendini değersiz hissedişine inatla, ay döngüsüne her daim devam ediyor insanın akışta kalamamasına inatla; yıldızlar her daim parlamaya devam ediyor insanın kendi ışığını fark etmemesine inatla, yani insan dışında doğada ki her şey hiçbir zaman tuzağa düşmüyor. Yol’ da ve akışta muazzam bir düzen içinde yolculuğa devam ediyor. Bizler uyum sağlayıp, tuzaklara düşmeden yaşayabilmeyi başarabildiğimiz zaman onunla dans edebiliriz. Bunun dışında var olan her şeyin esiri, kölesi ve kuklası olmaya devam ederiz. Bu  denklemi bu kadar karmaşık hale getiren zihnimizin tuzaklarına düştüğümüz her An “cehennemde”, akışta kalıp bunları fark etmeyi seçtiğimiz her An ise “cennetteyiz”. Öyle ise cennet ve cehennemi yaratan bizler miyiz yoksa bir güç mü; suçu başka yerlerde, olaylarda, insanlarda aramaya devam edip tuzaklara mı düşeceğiz, yoksa aynada kendimizle yüzleşip yolculuğumuzda gerçeğe uyum sağlayarak devam etmeyi mi seçeceğiz, seçim bizim…

Deniz

Yeni Yıl

Yeni yıl anlamı içinde olan nefis bir tanım. Başka ifade ile, 365 günde tamamlanan döngüde yaşadığımız şeylerin bir önceki numaraların içinde saklanarak anı olarak kalması. Ya da dünyanın bir çok yerinde kutlanması sebebi ile milyarca insanın umudunun, sevincinin, coşkusunun  bir araya gelmesi ile oluşan muhteşem bir enerjinin evrene yayılma anı olarak da ifade edebiliriz. Güzel olan şu ki, bu kutlamanın içinde olan herkes tüm olumsuzluklardan uzakta sevdiklerine sarılır, havai fişekleri izler, dans eder ve coşku içinde olur. Sadece bu bütünlük enerjisi için bile kutlamaya, katılmaya, eşlik etmeye değer bir ritüeldir.

Her yeni yılda kendimize söz veririz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, uzun yıllardır yapmak isteyip yapamadığımız şeylere bu yıl adım atacak ve tamamlayacağızdır. Farkındalık çerçevesinde yaşayan ve değişmek isteyen insanlar için yeni yıl çok güzel bir başlangıç zamanıdır. Rutinleri değişmeyecek insanlar için ise belki de bir önceki yılın aynısı olarak kalacaktır.

Kendimce her yeni yıl gecesi şöyle düşünmeyi seçerim. Yeni bir yılı kutlayabiliyorsam; daha çok sevmeliyim aynı zamanda daha çok vazgeçebilmeliyim, seçimlerim karşısında daha çok teslim olabilmeliyim,  ihtiyacı olan tüm canlılara daha çok yardım edebilmeli daha çok paylaşabilmeliyim, daha çok çocuk sevindirmeli ve içimdeki çocuğu asla kaybetmemeliyim, daha çok empati yapmalı ve anlayışlı olabilmeliyim, yapamayacaklarıma hayır diyebilmeli böylece kendime daha çok evet diyebilmeliyim, sevdiğim yanımda ise daha çok sarıp sarmalayarak sevdiğimi hissedebilmeli & hissettirebilmeliyim, daha çok okumalı ve dünyanın bir ucunda bambaşka kültürde ki ülkeyi, insanları, yerleri tanıyıp hepimizin bir olduğunu kabul edebilmeliyim,  güneşin batışını daha çok izleyebilmeli ayın tüm evrelerinin hareketini daha çok görmeliyim, daha çok hayal kurmalı ve gerçekleşeceği umudunu asla yitirmemeliyim, daha çok dans etmeli ve olanı biteni kutlayabilmeliyim, daha çok şükretmeli daha çok sabretmeli  daha çok dua etmeliyim, daha çok dinlemeli daha az konuşmalıyım, yaşadığım görebildiğim hissedebildiğim dokunabildiğim her şeyin her bir zerresi için daha çok teşekkür edebilmeliyim.

Daha iyi hissetmeli ve daha çok iyi hissettirmeliyim…

Değişim

Son dönemde zamanın ne kadar  hızlı geçtiğini konuşuyor herkes. Sahiden zaman daha hızlı mı geçiyor yoksa yaş aldıkça zamanın geçmesinden korkup, hızı kontrol edemediğimizi düşündüğümüz için mi böyle hissediyoruz. Bir şeyleri kaçırmamak adına kendimizi daha hızlı olmak zorunda hissediyor ve doğal olarak daha huzursuz, endişeli, anda sakin kalamayan stresli bireyler haline geliyoruz. Hal böyle olunca mutsuzluk ve doyumsuzluk seviyemiz artıyor, küçücük bir kar tanesi kocaman çığ parçasına dönüşüp bizi altında ezip bambaşka durumlara sürüklüyor.

Mindfulness felsefesinin anlamı en basit hali ile şimdiki zaman farkındalığıdır. Anda hissettiğimiz duygu ve düşüncelere bilinçli bir halde odaklanabilme, dış bir göz gibi izleyebilme becerisidir. Budist felsefi yaklaşım ile tanışıp uygulayanlar zannediyorum ki günümüz çağında olan biten her şeye daha sakin adapte oluyor ve değişim hızını korkmadan izleyebiliyorlar.

Hız; kinematikte bir objenin birim zamanda yaptığı yöneyli yer değiştirme miktarına verilen isim olarak tanımlanmaktadır. Araştırdığımızda hıza ulaşmak için zaman ve yer değiştirme kavramlarının  birbirlerine bölünmesi gerekiyor ki sonunda değişim olabilsin. Hız aslında teknik olarak hızlı olup her şeyi tüketmek ya da düşünmeden bitirmek değil, tamamen anın içinde kalıp bu değişimi fark edip yeniye adapte olabilmeyi anlatır.  Hatta dünyanın eşsiz hareketi sonrasında dakikaların, saatlerin hızı ile gece ile gündüzün birbirini izlemesi, haftanın, ayların, yılların, mevsimlerin art arda değişmesi ve her birinin kendi içinde  muhteşem bir uyum ile dengede olması da hızın bir başka göstergesi olabilir. İşte hız konusuna mindfulness felsefesi ile yaklaşabilirsek;  zamanın hızla akıp gitmesinden, kaçırmaktan, yaş almaktan kaybetmekten korkmuyor olabiliriz.

Günümüzde ve gelecek zaman diliminde değişime ve zamanın hızına bu bakış açısı ile farkındalıkla bakabilecek olan insanların daha huzurda, mutlu, sağlıklı ve doyuma ulaşarak yaşayabilecekleri aşikar. Doğada var olan canlıların sahip oldukları özelliklerin, insanoğluna bir şeyleri anlatmak için verildiğini düşünecek olursak; bukalemun değişime verilebilecek en güzel örnektir. Çünkü bukalemun sahip olduğu  değişime adapte olabilme yeteneği ile kabul edebilmeyi, fark edebilmeyi, teslim olmayı, bulunduğu yere hızlı bir şekilde uyumlanabilmeyi bize çok güzel bir şekilde resmetmektedir.

Simurg Kuşuna İthafen

 

“Hayatının alt üst olmasından korkma; nerden biliyorsun altının üstünden daha güzel olmayacağını…”

Bazen yaşadığımız hayal kırıklıkları ile hayatımızın tepe taklak olduğunu zannederiz. Hayallerimiz yıkılmış, planladığımız her şey yerle bir olmuştur sanki. Neden deriz, neden benim başıma geldi. İsyan dolu günlerde, kalbimizin açık bir yaraya tuz basılırcasına yandığını, nefesimizin yetmediğini ve artık bizi hiçbir şeyin mutlu edemeyeceğini düşünürüz. Umutsuzluk arttıkça, aklımız ile kendimizi vurmaya başlarız. Düşünceler ardı ardına gelir ve kafamızın içindeki sesler hiç susmaz. Sakin  kalamayız, endişe ve korku tüm hücrelerimizi sarar. Bir daha hiçbir şeyin yoluna girmeyeceğini söyler birisi ve ona inanırız. Kimdir o ve nereden bilir doğruyu, yalan söylüyor olamaz mı?

İçimizde fırtınalar koparken bir başka ses daha gelir derinden. Çok cılızdır, duymamız  zordur çoğu zaman ama dinlemeliyiz çünkü o doğruyu bilir; adı bilgedir ve hep bize fısıldar. Yaşam denen muhteşem serüven devam ettikçe, yarın yine güneşin doğacağını ve mucizelerin olacağını söyler. Hayatta var olan tüm acılar ile baş edebilmenin yegane formülü Umut olduğunu o bilir. Tekrar ayağa kalkabilmek, sımsıkı sarılabilmek, yeni yaşam şekilleri bulabilmek için ihtiyacımız olan tek şeyin Umut olduğunu söyler hep, Umut olduğu sürece son yoktur der. Son’ un kafamızda yarattığımız bir illüzyon olduğunu söyler ve hiçbir şeyin sona ermediğini sadece şekil değiştirdiğini bilen sadece bilgedir. Bu yüzden  Bilge olan biten her şeye saygı duymamızı, isyan etmememizi hatırlatır. Yitirilen sevgiliye, büyüyüp gitmek isteyen evlada, artık dost kalmak istemeyen arkadaşa, kaybedilen duygulara, ölüme  ya da hayatımızın altını üstüne getiren herhangi bir olaya saygı gösterip, yolumuza devam edebileceğimizi söyler durur. Bir şeyleri oldurmaya çalışmaktan vazgeçip, hayal kırıklığı yaşamak yerine yeni yollarda yürümeye, iz sürmeye devam etmemiz gerektiğini söyler bilge. Çünkü o bilir ki aslında hayatın alt üst olmasında korkulacak bir şey yoktur, sadece umut etmek ve sabırla beklemek vardır. Bilgenin ruhunda karanlık boşluklar yoktur teslim ol der, çünkü  hayatın da bir hesabı olduğunu bilir; bilir ki burada bir şeyler alt üst olurken, başka bir yerde bambaşka bir mucize yaratılıyordur. Ve bilge bilmediğimiz olasılıklara kalbimizde yer açmamız gerektiğini söyler…

Bilge, Pers Mitolojisinde hayat ağacının tepesinde yaşayan, dünyanın üç kere yok olup üç kere yeniden yeşermesine şahit olan, küllerinden doğan muhteşem Simurg kuşuna benziyor olabilir mi? Ya da en büyük özelliği son An‘ a kadar yaşamın en mucize duygusunun umut olduğunu biliyor olmak olabilir mi?

Öyleyse dileğimiz, içimizde taşıdığımız Simurg kuşuna benzeyen bilge gibi olabilmek ve bazen hayatın altının üzerinden daha güzel olabileceğini görmek olsun…

 

An’ da Kalabilmek

An’ da kalmaya çalışan bir öğrenciyim hala. Sık sık sorguluyorum  kendimi, acaba şu An burada mıyım…

Ne hissediyorum? Bu cevabı hangi duygular ile verdim? Bu bilgi bana mı ait?  Neden öfkelendim? Bu An ı yaşamak beni neden heyecanlandırdı? Neden korktum ve kaçtım?  Ne hissederek reddettim? Etrafımda şu An hangi sesler var? Sadece gördüklerimi anlatabilir miyim?

Neden bu zor An da kalabilmek öğrenci… Bir sürü kitapta, söyleşide, sohbette, günlük yaşamımızda An’ da kalma mevzusu. Peki nasıl oluyor da zihnin tuzağına düşüp, sürekli geçmişte ya da gelecekte yolculuk ederken yaşadığımız An’ ları kaçırıyoruz.

Sanırım her deneyim An’ da kalabilmek için ilk önce teslim olmak gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Gerçekten düşününce  huzurlu ve mutlu  hissettiğim ne kadar anım var ise orada hep An’ da kalıp teslim olmuşum. Gözlerimi kapatıp düşündüğümde görüntüler, renkler, sesler o kadar net ki. Çünkü içinde var olmuşum, sadece o An’ da  kalmışım. En çok hangi An’ da kalıp teslim olduysam o zaman diliminde huzuru yakalamış, daha anlayışlı ve hoşgörülü olmuşum. An’ da kalabilmek ile ilgili bugün ki  farkındalık seviyesine ulaşmak için ne mücadeleler, ne yitirmeler, ne kırgınlıklar yaşamışım bende, diğer tüm insanlar gibi…

Kendimi uzaktan seyrediyorum. Konuştuklarıma, düşündüklerime bakıyorum, çoğunda An’ da değilim. Bal gibi korkuyorum, savaşıyorum, endişeliyim… Ya anlaşılamazsam, ya iyi yapamazsam, ya kaybedersem… Eski deneyimlerim, doğru olduğunu zannettiğim bilgiler, yaşanmışlıklar ile konuşuyorum hatta yargılıyorum… Zihnimin tuzağına düşüveriyorum hemen çünkü  An’ a teslim olmak zor geliyor. Sanki aklımdakiler ve bildiklerim ile  değiştirebilecekmişim gibi… Ne büyük yanılgı… Ne olur bilmiyorum desem, bende bir öğrenciyim ve öğrenmeye devam ediyorum diyebilsem… Teslim olsam… Neyi kaybederim?

Bazen çoğunlukla da yalnız ve sessizlik hakimken An’ da kalabildiğimi fark ediyorum. Normalde önemini hiç bilmediğim eylemler için şükrederken buluyorum kendimi. Sabah kalkabildiğim için, yemek yiyebildiğim için, güneşin doğuşunu izleyebildiğim, yıldızlara bakıp hayal kurabildiğim için, kedimi severken içimi kaplayan o sıcacık sevgiyi hissedebildiğim için teşekkür ediyorum; hiç kaygısız, telaşsız, huzurlu bir şekilde. Ve anlıyorum ki o  An gerçekten buradayım, yaşamın tam içinde… Olduğu gibi…

An’ da kalınca değişimi kabul edip akışta kalabiliyorum, hayatın ritmine ve gidişine karşı koymadığımda kendi içime dolabiliyorum. Daha bi genişliyorum… Bu kadar endişeye, kaygıya gerek yok sakin ol, fark et aslında bildiğin her şey eski, bak yaşam değişiyor gel teslim ol diyebiliyorum zihnime. Böyle olunca zaman denen illüzyonda yenilmeyeceğimi düşünüyorum. Zihnin tuzağına düşmeden, aldanmadan, zannetmeden huzurlu yaşanabildiğimi hissediyorum.

O zaman hiç vazgeçmeden çalışmaya devam etmelisin öğrenci. Sormalı, hatırlatmalısın kendine…Şu An burada mıyım?

Bırak olanı biteni, olacağı veya hiç gelmemişi. An’ da kal… Nasılsa her şey zamanında oluş sırasına göre var olmaya devam edecek. Her yaşadığın An’ a sakince teslim olmayı dene. Fark et ve akışta kal. Böylece yaşam amacına ulaşıp hep İyi Hissedeceksin…

 

Yeni Günün Mucizesi

Koyu kumral renge boyadım ve güzel bir fön çektim bu sabah saçlarıma. Yere kadar uzanan vizon rengi eteğim ve siyah kolsuz bluzumu giydim, uzun kolyem ve küpelerimi taktım aynaya baktım “ yeni günün mucizelerine hazırım” dedikten sonra salınır ve şükreder halimle İyi Hisset’ e girerken “Sonunda geldiniz!akşam yeni parça söyleyeceğiz biraz prova yapmamız gerekiyor” diye serzenişte bulunan Can’ ı duyuyorum “ Geldim işte telaşlanma, sen nasıl çalacağını bilirsin ama, şöyle söyleyelim istersen derken mırıldanıyorum “nı-nı-nınını-nını”

“Sen ciddisin gidiyorsun gerçekten/ Şu An’ a kadar idrak etmedim hakikaten/ Bir dakika ben bi acı kahve içmeliyim/ Özür dilerim sürçülisan ettiysem, büsbütün mahveden…”

“Sezen’ in eski bir parçası bu, bugüne kadar neden söylemedik Can? Neyse doğru zaman bugünmüş demek süper oldu eline sağlık, e öyleyse bizde bi acı kahveyi hak ettik ne dersin” diyerek mutfağa yönelecektim ki birden kapı aralandı. İlk önce Bob belirdi gözümün önünde sonra kapıyı bir başkasının araladığını hatta çoktan girdiğini gördüm. Donup kaldım(!) Şaşkınım(!) Hayallerimde bu An’ı canlandırdığım bir sürü senaryo olduğundan önce idrak dışıyım(!) Acaba bu benim hayallerimden biri olabilir mi? Hayır buradayım An‘da ve gördüğüm sensin, biraz yaşlanmış olsan dahi gözlerin yine aynı bakıyor, derin! Yaşıyorsun, vakur halinle karşımdasın. Ne yapmalıyım şimdi, konuşmaya başlayayım, bir şeyler sormalıyım. Sahi nerden buldun beni, neler yaşadın, iyi hissediyor musun, huzurlu musun, hayallerini gerçekleştirebildin mi, hayatın ikinci yarısının tadını çıkarabildin mi, herkes iyi mi…Bir sürü soru var aklımda hepsini sorabilecek miyim? Hepsini cevaplayacak kadar vaktimiz olacak mı?

Kapıya bakakalmış halimle aklımda yaşama dair bir inanç var. Gerçekten çok istediğimiz ve ısrarla hayalini kurduğumuz şeylerden, kalp ile bağlı olduklarımız bir gün mutlaka gerçeğe kavuşuyor. Şükrederek, dua ederek, sabrederek, isteyerek, yolunda bulunarak, teşekkür ederek bir gün  gerçekliğe kavuşmasını izliyoruz.

Zira derler ya “Tanrı gerçek olmayacak şeyin hayalini kurdurmaz”

Can kapının aralandığının farkında bile değil, Fettah’ dan bir parçaya geçmiş “aynı yerlere bakıp başka şeyler gördük/ biz hayallerimize bir heves yalandan aşk ördük/ bir gün uyanıp uykudan yabancı bir yüz gördük/ yazık yanan ateşi söndürdük” parçaya girmediğimi anlayınca bana bakıyor, kafasını çevirdiğinde birinin bizi izlediğini fark edip gitarını indiriyor “Sen devam et lütfen Can hemen geleceğim” diyorum.

Sen belirince ışın hızı ile gittim zamanların arasında kalmış anılara. Hiçbirini unutmamış olduğunu fark ettim. Sahi hiç unutmaz mı insan, ne zamandı bir asır geçti mi üzerinden(!) yoksa bir gün mü? Kahve sohbetlerimiz, tartışmalarımız, haykırışlarımız, kahkahalarımız, özlemlerimiz, hayallerimiz, korkularımız ve daha bir sürü yerdeşimdi. Yaşadıklarına sımsıkı sarılıp bırakmamak, unutmayı reddetmek mi bu ya da unutmaktan korkmak mı…

Peki neden başlayamıyoruz konuşmaya, artık birimiz adım atmalı.Hadi merak ediyorum anlatacaklarını. Kazandıklarımız ve kaybettiklerimizden bahsedeceğiz daha, acaba hangisi daha ağır gelecek? İyi ki mi diyeceğiz? Yazık oldu mu? Keşke mi? Hala heyecanlı mıyız yoksa yaşanan yıllar bizi sakin kılmayı başardı mı.

Farkında mısın bir film karesindeyiz yine yıllar geçse de, değişmeyen tek şey bu hissettiğimiz büyülü görüntü mu acaba?

“Git hayallerini gerçekleştir”  hatıratımda kalan cümlelerden biri bu. İşte An’ da gördüğün en büyük hayalimin gerçekleşmiş hali. Buradan mı anlatmaya başlasam, ya da hayatımda en büyük hayalimin gerçek olmasına kadar yaşanan evreleri mi anlatsam. İlk evrede bizi yitirince çok üzüldüğümü, zamanlar boyu uykusuz saatlerimin olduğunu, bilmem kaç sabaha Deniz’e bakarak kavuştuğumu, el ele tutuşan çift gördüğümde gözlerimin dolduğunu, yalnız kaldığımı hissettiğimde çok korktuğumu, umutlarımın tükenmesi ile düştüğüm bir çok gün olduğunu; İkinci evrede, biz diye bir şeyin olmadığını kabul ettiğim yaşam biçiminde, gücümü kendime sarılarak kazandığımı ya da kendimi sevmeyi öğrenerek  bolca huzuru yaşadığımı mı anlatayım.

Yaşamda her şeyin olması gerektiği gibi değil de “olduğu gibi” felsefesini fark edince, olayların içindeyken göremediğimiz  neden – sonuç ilişkisine, uzaktan bakınca lanet etmek yerine şükürler olsun ve iyi ki demeyi öğreniyor insan. Ve bu daha da olgunlaştırıyor. En büyük ilaç olan “zaman” dan aldığım her dozda bunları da öğrendim, belki de bunu anlatmalıyım.

Şifacı olmaya niyetliydim hep bilirsin(!) Yaş aldıkça insanların içindeki çocuğu gören, anlayan iyileştirmeye çalışan yönümü daha da geliştirdim. Karşımdaki insan isterse o saf, çıkarsız, korkan, sevilmeyi ve onaylanmayı bekleyen, üzgün çocuğa ulaşıp elimi uzatıyorum çoğu zaman. Böyle olunca hayatta yaşanan hiçbir olaya ve insana kızamama, küsememe hali gelişiyor ve mutlak bir  anlayış katıyor insana, yani “İyi Hissettiriyor” anlayacağın.  Şimdilerde buraya gelen misafirlerimiz ile yaptığımız sohbetlerde bunu anlatıyorum ve anlattıkça, iyi hissetmelerine vesile oldukça mutlu oluyorum.

Karşımda yıllar önce sevdiğim, şefkat gösterdiğim, kokmasın diye sımsıkı sarıldığım ama iyileştiremediğim o çocuğu görüyorum. O çocuk büyüyüp iyileşti belki, belki de aynı şeyleri keşfetti farklı yerlerde, istersen bunu konuşalım. Hadi gel o zaman sen başla konuşmaya. Hoş geldin, ne iyi ettin de geldin, uzun sürecek sohbetimize başlayalım, ne de olsa çok zaman kaybettik yada kazandık…

Özel Görev

Sizce de bazı insanların sezgilerinin daha kuvvetli olması, dünya da olup biten şeylere farklı bir duyarlılık ile yaklaşıyor olmaları ile ilgili olabilir mi? Henüz olaylar vuku bulmadan sevdikleri zarar görmesin diye uyarmaya çalışan bu insanlar özel görevini yerine getirmek için karşımıza çıkıyor olabilirler mi? Bu özel kişi yanı başımızda ki sevgilimiz, annemiz, dostumuz, o çok sevdiğimiz yaşlı komşumuz olabilir mi? Biz olayların en içinde, dibinde yaşarken, yani senaryonun başrol oyuncusu iken göremediğimiz bazı detayları bize fark ettirmeye çalışıyor olabilirler mi?  ‘Böyle davranmaya devam edersen zarar göreceksin, hissediyorum fakat şu an bunu sana izah edemiyorum, lütfen yapma’ diyerek bizi uyardıklarında ‘Sen ne bilirsin ki benim ne yaşadığımı’ duygusu ile bize iletilmek istenen mesajı göremiyor olabilir miyiz? Kendimize göre olan doğuları(!) değiştirmeye cesaret edebilsek, tüm senaryoyu farklı yaşayıp koca bir enkazdan kurtulacak olabilir miyiz?

Sizin hayatınızda da özel bir görev için geldiğini hissettiğiniz birileri var mı? Yıllar sonra anımsadığınızda ‘ne kadar haklı imiş, acaba onu dinleseydim o an  yaşayacaklarım nasıl olurdu’ dediğiniz birileri…

Hayatımızda  özel görevi olan kimilerinin söylediğini bazen anlamış üzerine düşünüp hak vermiş, kimilerininkini reddetmiş, kimilerininkini de yıllar sonra bir olgunluğa erişince algılamış olabiliriz. Bazı zamanlarda ise özel görevli kişi biz olmuşuzdur başka insanların hayatında. Görevli olduğumuzu hiç bilmeden değiştirdiğimiz bir sürü senaryo, dokunduğumuz bir sürü insan olmuştur belki de.

85 yaşıma yaklaşıyor iken çok eskilerden bir zaman dilimi hatırlıyorum; o zaman gördüklerimi ve hissettiklerimi gösterebilmeye gücümün yetmediği. Ruhumun derinliklerinde bir yerlerde, yaşandığını hatırladığım bir senaryo var. Orası neresiydi ? Biz kimdik? Acaba bu bir rüya mıydı? Ya da çok güzel bir aşk filmi? Peki neden her aklıma geldiğinde tüylerim ürperiyor? Bir eşik vardı orada,bu eşiği geçtikleri yerde yaşayabildikleri muazzam An’ lar vardı. Evet bu gördüğüm romantik bir filmin fragmanı olalı, henüz film oynamadan yayınlanan…

Değişik denizlerde giderken dalgaların arkamızda bıraktığı o sınırsız ufuk çizgisini görmeye devam ettiğimizi, bahçemizde açan narin çiçekleri sulama hallerimizi, Nar ağacımızın heybetle büyümesini izlediğimizi, bir gece yarısı sohbetinde küçük sincap ağaca tırmanırken sebepsizce hissettiğimiz çocuk heyecanımızı, yeni keşfettiğimiz yerlerde sayısız fotoğrafımızı çekmeye devam ettiğini, birbirimize küstüğümüz zamanlarda derin sessizlik ile geçip giden upuzun yolların tüm dünyada bir sürü kilometrelere ulaştığını, kendi inandıklarımızı kabul ettirmek için verdiğimiz nefes kesen inat ve uğraşların 70 li yaşlara dek sürdüğünü, çok sevdiğimiz o kafede masamızın boş olduğuna sevinip Deniz’in karşısında, huzuru koklayarak kahvemizi yudumlamaya devam ettiğimizi, sayısız kez izlediğimiz güneşin batış An‘ ları, izlediğimiz yıldızların milyarlarca olduğunu,  korktuğumuz halde varlığımızdan güç alarak atladığımız bir sürü derin deniz olduğunu, aynı hayalleri bıkmadan defalarca anlatmaya devam eden hallerimizin sürüp gittiğini, bir kitabın içinde ki satırları benim heyecanım senin sakinliğin ile analiz etmeye çalışırken farklı fikirleri savunduğumuz tartışmaların sürüp gittiğini, sevdiğimiz şarkıları defalarca dinlemenin aynı zevki verdiğini, dünyada her şey ne kadar kötü olursa olsun sımsıkı sarılmalarımız ile bambaşka yerde olduğumuzu hissettiğimiz An’ ların devam ettiğini, birbirimize kızgın olduğumuzda çıkılan uzun yürüyüşler sonunda aynı sevgi ile evimize dönmemizin hiç bitmediğini, bir sahafta saatlerce kitap bakma halimizin her yaşta devam ettiğini, yeni yerler keşfettiğimizdeki o heyecanımızın hiç bitmediğini, hafta sonu en sevdiğimiz aktivitenin kuruyemişçimizden aldığımız yemişler ile film seyretmek olmasının hiç değişmediğini, hazırladığımız her kahvaltıda sanki ilk kez yapıyormuşçasına zevk almamızı, büyük hayalimiz olan huzurlu ve sakin emeklilik planının gerçekleştiğini, bahçemizdeki aile yemeklerinde çocuklarımıza ve torunlarımıza nasıl tanıştığımızı ve devirdiğimiz onca yılı anlatmanın bize gurur verdiğini, yaş almış olsak dahi el ele tutuşup gezmeye devam etmemizin bizi en mutlu eden şey olmaya devam ettiğini, birbirimize bakıp iyi ki ve şükürler olsun dediğimiz tüm An’ ları gördüm diyor kadın, fakat adam ona inanmıyor. Çünkü gerçek nasıl bir olgu ise, henüz gerçekliği yaşanmamış(!)

Bazen henüz olmadan biliriz, nasıl bildiğimizi bilemeden. Farklı şeylerdir hissettiklerimiz ve gördüklerimiz, bu dünyada değil gibi. Küçük fragmanlar verilir bize, kalbimiz ile bağlanır inanırız ve gerçek olduğunu hisseder, göstermeye çalışırız. İnsanlar anlattıklarımıza şaşırırlar, hayal dünyasında yaşadığımızı, pembe hikayeler anlattığımızı zannederler ve çoğu zaman inanmazlar. Hatta bazen deli olduğumuzu düşünebilirler. Şayet şanslıysak gördüklerimizi bizimle birlikte görebilecek büyük yürekli; geçmiş hesaplarını bırakmış, gelecek ile barışmış; kadın ve erkeği ayrı değil sadece insan olarak kabul edebilmiş; güven, teslimiyet ve inanmak kavramların farkına varabilmiş; ‘hiçlik’ duygusunu zaman zaman hayatına alabilmiş, yüreğinde ki tüm kaoslardan arınmayı başarmış; mış gibi yapmamayı öğrenmiş; farklı bir ruhani seviyeye ulaşmış kişiler ile karşılaşırsak bu özel görevimizi paylaşabiliriz belki de.

Ve hayatımızda özel görevli olan insanları fark edip teşekkür edebilirsek yaşanacak tüm senaryoyu baştan kaleme alabiliriz kim bilir…

Bir yol var ama her yerde tuzak,
Bir yol daha var dönmek de yasak,
Deryaya yakın dünyadan uzak,
Bir yer bulalım dünyadan uzak…

Herkesin Ölümü Kendi Rengindedir

Elbette ölüm diye bir gerçek olduğunu biliyoruz ama yine de hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Nefis ve sınav denen kavramlar burada devreye giriyor sanırım. Şayet her An öleceğimiz gerçeğini unutmadan yaşasak bunca sınava tabii tutulmayacağızdır ; doğru, adaletli, olması gereken her ne varsa ona uygun yaşama yöntemleri bulacağızdır. Ama ne var ki yaşamın içinde Nefis ile imtihan verirken aldanır durur , ‘Gılgamış Destanında’ ki ölümsüzlük çiçeği gibi yaşamaya devam ederiz.

Bir insan öldüğünde yaşı kaç olursa olsun hala yapılması gerekenler listesi kabarıktır, zaman yetmemiştir. Hala küs olduğu, kırgın olduğu, affedemediği insanlar vardır, bitmemiş hesaplaşmalar, alınması gerekenler, yeni kararlar ve daha niceleri vardır, sanki hayat yeni başlamış gibi. Oysa babaannemin tabiri ile yaş 70 iş bitmiş olan yaşlara gelindiğinde, listede sağlıklı ve huzurlu olarak sevdiğimiz insanlara sarılmak dışında uzun uzun şeyler olmamalıdır. Evet Yaşam ölene kadar mücadele etmektir fakat biz bu mücadeleyi biraz yanlış algılıyoruz sanırım ve öldüğümüz An’ a kadar filmin asıl senaryosunun farkına varamadan ziyan ediyoruz Abı- Hayatı.

Hakikat şu ki, ölüm bir gün ansızın çıkıp geliyor ve her şeye nokta koyuyor; virgül ya da noktalı virgül değil nokta. Tüm planların, yapılacakların sona eriyor ve sevdiğin her ne var ise bırakıp gidiyorsun. Aynı bu dünyaya gelmeyi kendin seçmediğin gibi, gidişi de kendin seçemiyorsun. Beden ölüyor ve sahip olduğumuz ruhun bu dünya ile bağlantısı bir An’ da kesiliyor. Çok büyük anlamlar yüklememiz için muazzam şekilde tasarlanmış, fakat ruh olmadan hiçbir şeye yaramayan bedenimiz ise toprağın içinde çürüyüp gidiyor. Ölümün ardından son görevimizi yaparken gördüklerimiz ibret verici bir hatırlatmadır aslında. Yaşarken bize ölümle ilgili söylenen şeyin ne kadar doğru olduğunu hatırlarız ‘üzülme bir tek ölüme çare yok’. Gerçekten çaresi olmayan tek şey ölümdür anlarız ve kendi kendimize sözler veririz. Bir daha şu ya da bu davranışı yapmayacağızdır, iyi, anlayışlı, kalp kırmayan bireyler olup kendimizi ve başkalarını üzmeyeceğizdir. Fakat aradan bir süre geçtikten sonra her şeyi unutur, Nefs ile olan mücadelemizde yine onun galip gelmesine müsaade ederiz. Aynı hataları niceleri ve misli ile yapmaya devam eder, ruhlarımızı kirletmeyi sürdürürüz. Gerçekten Nefs ile yaşadığımız ve bir ömür süren mücadele garip bir çelişkidir.

İnsanın yaratılışında ki en değişik duygu olan ‘Nefs’ ile ilgili Osmanlı döneminde padişahlar mezarlar kazdırıp içine girer ve Nefislerini terbiye edebilmek için ‘ölüm tefekkürü’ yaparlarmış. Ölümlü olduğunu unutmamak , aslında bu dünyada neye sahip olunursa olunsun, bir gün hiçbir şey almadan gideceklerini kendilerine hatırlatırlarmış.

Ve ölümün ardından bir gerçek daha gelir aklımıza ‘An da yaşayabilmek’. Şayet kaybettiğimiz insanlar ile yaşadığımız An’ lar doyumlu, mutlu, huzurlu olabildiyse, çok özlediğimiz zaman onunla olan An’ ları tekrar gerçekmişçesine anımsayabilir ve özlemimizi bir nebze olsun dindirebiliriz.

81 yaşındaki Anneannem 22 Eylül de kuş olup uçtu. Hayatım boyunca ölüm dendiğinde kendim için dilediğim bir sahne ile veda etti bize, son zamanına kadar hiç kimseye muhtaç olmadan uyuyarak gitti bu dünyadan. 10 gün önce çay içip sohbet ettiğimizde aslında vedalaşıyormuşuz, ama ben onu son kez göreceğimi bilmiyordum. Bilseydim tek yapacağım şey daha çok öpmek ve koklamak olurdu. Pamuk yanaklarından tekrar sıkar, bir makas daha alırdım. Çünkü sevdiğin birinin ölümü en çok şu hissi veriyor; yıllar boyunca birlikte el ele diz dize yaşamış olsan dahi hiç yetmemişlik hissi, keşke daha çok An geçirseydik hissi. Ölümün güzeli olur mu sorusunun cevabını lakabı ile verdi bize. Onun lakabı ‘Güzel’ di. Gerçekten güzel bir kadındı, gülümsemesi ve hiçbir zaman kötü şeyler konuşmak istememesi ile huyu da güzel olan bir insandı. Bunca yaşımda bana iyi ve düşünceli insan olma örneği olduğu, her istediğimde üşenmeyip lahana dolması sardığı, bayramlarda herkese sofrasını açtığı, kızıma büyük anne annelik yaptığı ve bize dünyadaki kötülüklere karşı dualar okuduğu için ona sonsuz teşekkür ederim.

‘Herkesin Ölümü Kendi Rengindedir’ sözüne olan inancım daha da arttı.

Evrenin Her Şeyi YİN ve YANG

İyi Hisset yazılarının içinde, insanlık tarihi boyunca bilenen birçok kaynak üzerinde etkisi olan bir kuramdan bahsetmezsem haksızlık yapmış olacağımı düşündüm.

M.Ö 300 e dayanan ve Çin’in en eski yazıtlarında incelenmiş ve kabul görmüş olan bu kuram için Evrenin Her Şeyi olabilme kuramı dersek çokta yanılmış olmayız.
Yin ve Yang ı anlayabilmek için Evren ile Doğa arasındaki ilişkiye baktığımızda kuram daha bir anlam kazanmaktadır. Her yaratılan şey iki kutuplu yani zıttı ile yaratılmıştır. Birbirine karşıt olması durumu ile birlikte ilerlemektedir. Her şey hiçlikten doğar ve sonrasında yaratılışının ardından gelen zıttı ile varlık kazanır.

Simgesinde bulunan, siyah ve beyazı ayıran kavis sonsuz döngüyü ve değişimi temsil eder. Bu döngü ve değişim sayesinde şekiller, renkler karşılıklı olarak birbirine ve/veya zıttına dönüşerek kuramı sembolize etmektedir.

Kuram aslında çok basit bir yapı olarak gözükmektedir. Oysa anlamına ve derinliğine indiğimizde karmaşık bir yapının ayrılmaz parçası olduğunu görürüz. Tüm evreni zıtlık ve karşıtlık olarak ele alır. Gerçekten yaşamımıza baktığımızda karşılaştığımız her durum, olay içinde tam zıttını barındırmakta ve tüm yaşamımız boyunca her bir zıtlık ile olaylara yüklediğimiz duygu ve anlam değişmektedir.

İyi-Kötü, Kadın-Erkek, Gece-Gündüz, Siyah-Beyaz, Yaz-Kış, İlkbahar-Sonbahar, Uzun-Kısa, Aydınlık-Karanlık, Gülmek-Ağlamak, Kuzey-Güney, Sıcak-Soğuk, Sevgi-Nefret, Güzel-Çirkin, Zengin-Fakir, Cesur-Korkak, Zayıf-Şişman, Alt-Üst, Üretmek-Tüketmek, Kolay-Zor, Artı-Eksi, Büyük-Küçük. Yani her Yin de Yang, her Yang da Yin var olmaktadır; biri olmadan öteki anlam kazanamamaktadır.

Evren ve Doğa bu kadar muazzam bir düzen ile kurulmuş iken, insanoğlunun bir şeyler yapmaya çalıştığını Zannederek kırdığı yığınla canlı,  egosunu dizginleyememesi yüzünden harabeye çevirdiği onca ilişkiye bakıldığında; bu anlamsızca var olma mücadelesine söylenecek tek anlamlı şey Yazık olmalı.

Öyle ise Evrenin Her Şeyi, dinamiği olarak adlandırılan Yin ve Yang kuramının bugünlere kadar gelebilmesinde yapılan tüm inceleme ve araştırmalara saygı duyuyorum. Bu kadar küçük bir sembolün sahip olduğu anlamı ile farkındalığımızı arttırmış olmasından dolayı şanslı olduğumuzu hissediyorum.

 

Doğum Günü

Hayatın Ritüellerinden biri Doğum Günü. Neden bazı insanlar doğum günü kutlamalarını kabul etmezler, oysa dünyaya geldiğimiz An, kutlanası bir An değil midir. Bizi bekleyen kocaman dünya ve ailemiz ile tanışacağımız o An. Dünyaya gelişimizden itibaren her 365 günün sonunda muhteşem döngünün tamamlanması ile varlığımız fiziksel ve ruhani olarak biraz daha gelişir, bu döngünün tamamlamasını kutlarız aslında. Yeni bir yaş almış olmanın mutluluğunu sevdiklerimiz ile kutlamak önemli bir An olarak kayıtlanacaktır fotoğraf karelerinde. Herkes iyi niyetlerde, dileklerde bulunacak ve belki hiç ummadığımız kişiler gün boyu gülümsememize sebep olacaklardır. Güzel görünümlü bir pastanın üzerindeki mumlar derin bir nefes ile üflenecek ve en çok istediğimiz şey kalbimizden geçecektir; alkışlar eşliğinde gördüğümüz görüntüde gözlerimiz dolacaktır…

Bugünü abartıyorum çünkü ben olan benden bir tane daha yok. Benim el izimden, hayatı sevişimden, gönlümden geçen düşüncemden, hayallerimden bir tane daha yok. Bu yüzden bu gün bana özel kutlanası, muhteşem yaratılışın bana armağanı, sevdiklerim ile bir kutlama daha yapabilmek için…

Yaşam amacımı bulmaya başladığım 40’ lı yaşların başında kendime çokça umut, sabır, sağlık, huzur, sevgi, aşk, doğal güzellikleri görebileceğim yer, mekan ve bir sürü enfes An diliyorum. Tüm bunların yanında; beni mutlu eden, üzen; yolumda bana yardım eden, zorluk çıkaran; hakkımı vermiş ya da haksızlık etmiş; dürüst, sadakatli davranmış ya da kandırmış; anlamaya çalışmış ya da hiç önemsememiş; takdir etmiş ya da küçümsemiş herkese çok teşekkür ederim. Bu dünyaya bir daha gelsem yaşayacağım senaryonun aynı olmasını isterdim. Ailemin, sevdiklerimin, işlerin güçlerin, aşkların yaşadığım tüm An’ ların aynısını yaşamak isterim, çünkü üstatların deyimi ile bugün beni ben yapan yaşadığım her bir An da yaptığım seçimlerimdir…

Benim hala umudum var… Dünyayı iyilik kitap ve kahve kurtaracak, Hayaller içten bağlı kalındığı ve gerekli çabalar verildiğinde her zaman gerçek olacak, İnsanlar ruh eşi ile sonsuz sınırsız An’ lar yaşayıp isterlerse el ele veda edecekler, Savaşlardan çok sevmeyi ve kokmadan güvenmeyi konuşacağız, Canlı ve ruhu olan her şeye saygı duymayı bileceğiz, Hayatın bildiğimiz ve öğrendiklerimizin çok dışında şeylerden oluştuğunu ve aslında dünyaya gelme amacımızın bunları keşfetmekten geçtiğini birlikte öğreneceğiz…

Fugees yorumu ile Killing Me Softly With His Song ile dans ettikten sonra şarkı biterken dizlerimi çöküp varlığım için şükrederim, iyi ki doğdum…

Sahip olduğum her şeyin her bir zerresine minnettarım. Bu duyguları hissedebilmeme vesile olan tüm insanlara, olaylara, An’ lara ve muhteşem Hayat’a teşekkür ederim.